akcakesemedyatv@gmail.com
Seyhan Dikay ve Bobo
07 Mart 2023 08:59:03
Sakıncalı Piyade
Bizim Seyhan (Dikay) sokak hayvanlarına karşı ilgisiyle bilinir.
Mesleğimizin her türlü zorluğuna ve zamanı yetirebilme konusundaki beceriksizliğimize rağmen, çevresindeki sokak hayvanlarının beslenme ve barınma gibi ihtiyaçlarını giderme adına nasıl çaba sarf ettiğini, kazancının bir kısmını sokak hayvanlarının beslenmesi için tükettiğini, bir yerden bir yere giderken yanına almayı ihmal etmediği çantasında hayvanlar için mama, vitamin, ilaç gibi birçok şeyi bulundurduğunu çoğumuz da biliriz.
***
İçinde dizginleyemediği bu hassasiyetinin yanı sıra bazı sokak hayvanlarını da evinde ya da ofisinde barındırmak zorunluluğu hissettiğini de söylemem gerekir. Kimselere emanet edemediği doğuştan görme engelli bir kediyle yuvasını paylaştığı gibi birçok yavru kedinin sahiplendirilmesinde de öncülük ettiğini hatırlatayım.
***
Yaklaşık iki ay kadar önce bizim Seyhan, iki kardeş yavrunun sahiplendirilmesi için de çok gayret gösterdi. Sosyal medya hesabından günlerce yalvardığını biliyorum. Hiç değilse dost, arkadaş olarak bildiği insanlardan aman beklediği günleri…
***
Bu iki yuvasız yavruyu sahiplenmek, Seyhan Dikay’ın bu yakarışlarından sonra benim için elzem hale geldi. Allah’ın dilsiz kullarından hiç değilse ikisinin bu dünyada edemedikleri dua ve veremeyecekleri karşılığın, asıl dünyada bir göstergesi vardır, dedim.
***
Mutlulukla yavrulardan birini getirdi Seyhan. Bizde de bir hazırlık, bir hazırlık; sormayın gitsin. Neticede arkadaşımıza mahcup olmamak var.
***
Yavrulardan biri, diyorum; zira diğer kardeş hayli hastaydı. O günlerde veterinerdeydi. Yuvamıza gelen ilk kardeş erkek olandı.
Mini minnacık, ıslak gözlü, sürekli ağladığı belli olan ama bir o kadar cana yakın bir kedi.
***
Bazı hayvanlar, yeni bir mekana geldiklerinde ilk birkaç gün köşe bucak gizlenirler. Bu, biraz farklıydı. Kucak delisi bir şımarıktı.
Adını Bobo koymuştum.
Bobo aşağı, Bobo yukarı…
***
Birkaç gün sonra Bobo ofisin neşe kaynağı olmaya başladı. Buna rağmen ömrümde böyle uysal, hareketsiz bir kediyle hiç karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Açgözlü olmayan, yettiği kadar yiyip içen, sesi bile çıkmayan, hiçbir yaramazlığı olmayan, adeta bir oyuncak… Gözleri sürekli ıslaktı ama… Sanki ince bir perde zar vardı gözbebeklerinin üstünde.
***
Aramıza birkaç gün sonra Bobo’nun kardeşi de katıldı. Bizzat Seyhan getirdi onu da… Gelin gibi geldi eşek sıpası. Gerçi iki kardeş arasında gözle görülür bir fark vardı. Bizim Bobo hala küçücüktü; yanlışlıkla üzerine yatsanız, ki Bobo’nun en güzel keyfi benim yanımda uyumaktı, boğuluverirdi. Kardeşi ise bildiğiniz Garfield. Beyaz tüyleri ekseriyette, Bobo’ya göre daha hareketli ama daha korkak, sevgisini belli etmeyen bir şımarık. Ona da bu kilolu halinden dolayı Ponçik diye seslenmek istedim.
***
Aradan biraz zaman geçti. Birbirleriyle kavga etmekten daha çok kız kardeş Ponçik’in Bobo’yu ekmek hamuru gibi ezmeyi oyun sandığı, garibin mamasını aşırmaktan keyif aldığı günler…
Yoruldukları zaman da peteklerden birinin üzerine çıkıyor, karşı karşıya uykuya dalıyorlardı.
Onlara "Petek Kardeşler" diyorduk kendi aramızda.
***
Birçok şeyin çaresi vardı. Bobo’nun mamasını ayrı kapta vererek bir şekilde onun payını korumak, yattığı yerleri ayırmak gibi… Ancak geçen o zaman, Ponçik ile Bobo’nun aralarındaki farkın daha da belirginleşmesini sağlamaya başlamıştı. Ponçik hızla kilo almaya devam ettikçe benim Bobo’m sanki daha da küçülüyordu.
***
Önceleri bu durumu, annelerinden doğduktan sonra bir türlü bitmeyen hapşırmaları ve akan burunlarını bir hastalık belirtisi gibi görmemize bağlamıştım. Anneleri sorunlu bir kedi olduğu için anne sütünden kaptıkları bir bakteri ya da virüs yüzünden bu halde olabilirdi kardeşler.
Veterinerimizin verdiği antibiyotik sayesinde bu hapşırık illetinden de kurtulduk; Bobo ise hala küçücüktü. Veteriner, Bobo’nun küçüklüğünü anne sütünden yeteri kadar faydalanamamasına bağlıyordu.
***
Bir gün Bobo’nun zayıflığı ile ilgili sorunu Seyhan ile paylaştım. Yine bir veteriner kontrolüne ihtiyaç duyduğunu konuştuk. Sabah erken saatlerde ofise gelecek ve Bobo’ya önce o bakacaktı.
***
Seyhan’ın geldiği o sabah Bobo’daki fizikî sıkıntının daha da arttığına şahit olduk. Zavallı hayvanın arka ayakları tutmuyordu. Kısmi felç geçirmiş gibiydi. Yürümüyor, adeta sürünüyordu. Bir noktada sabit olarak duramıyordu. Başı sürekli öne düşüyor, buna rağmen o haliyle Seyhan’ın kendisini sevmesi için ona doğru yürümeye can atıyordu.
***
Bobo’nun son günlerde gözlerinin sürekli ıslak olduğunu görüyordum. İştahı da tamamen bitmiş gibiydi. Yemiyor, içmiyordu; ama yürüyemeyecek hale gelmesi bizi dağıtmıştı.
***
Veterinerden randevu alındı hemen; ertesi sabah da Seyhan veterinerin yolunu tuttu. Geçtiğimiz hafta salı günüydü.
Tahminlerimiz Bobo’nun gençlik hastalığına yakalandığıydı. Zaten sorunlu bir anneden dünyaya gelmiş hatta doğumda birçok kardeşi de ölmüştü. Hayatta kalan Ponçik ile kendisiydi.
***
Veterinerin teşhisi de aynıydı. Gençlik hastalığı vardı Bobo’da. Bizim cüce, aslında gözümüzün önünde, yaşamla ölüm arasındaki incecik bir çizgideydi ve bana bunu hissettirmemek için çırpınmıştı. Her gece ışığı kapatır kapatmaz, zamanın benimle uyumak anlamına geldiğini bilir, gel dememi beklemeden üzerime çıkıverirdi. İnanın, bir insanda olamayacak hassasiyetle rahatsız etmemek ya da ona kızmamam için kımıldamadan, sadece o malum hırıltısını çıkararak uyumamı beklerdi üstümde. Ayrıldığımız o sabahın gecesinde bile, neredeyse hiç kıpırdamadan, göğsümde, boynuma yakın bir yerde uyuyakalmıştı.
***
Dört gün süre istemişti veteriner arkadaşımız. O dört gün içinde ya tamamen iyileşecek ya da ölecekti Bobo.
***
Bobo bizden ayrıldıktan sonra Ponçik de bir tuhaf olmaya başladı. Ofisin her köşe bucağında seslenerek kardeşini aradı. Koşmak bilmeyen hayvan at misali oradan oraya koşup durdu iki gün boyunca. Bobo gibi kendini sevdiren bir hayvan olmayı beceremeyen pısırık Ponçik, kardeşinin boşluğunu bizimle doldurmaya gayret etti. Tüylerini taratıyor; kendiliğinden kucağımıza çıkma, elimizi, kolumuzu yalama şımarıklığını gösteriyordu.
***
Cumartesi günüydü.
Deli kız, bir gün önce unuttuğu çılgınlıklarına yine başlamıştı. Bir orada, bir burada koşuşturup duruyordu. Koltuk arkalarına, dolap altlarına bakıyor, sanki birine sesleniyor gibi sesler çıkarıyordu. Gözleri bir garip ıslaktı. Ağlıyor mu ya bu, diye diye ona baktım uzun uzun. Ne kendini sevdiriyor, ne bir şey yiyordu. Su tabağı bile doluydu. Suyu bu kadar seven hayvanın bir damla su içmemesi de tuhaftı.
***
Dedim ya; cumartesiydi günlerden ve neredeyse akşam olmak üzereydi. Aklıma geldi bir an, bu hayvanların hissiyatının ne kadar güçlü olduğu. Telefonu kaptım; Seyhan’ı aramalıydı. Arayıp; “Bobo’dan haber var mı?”, diye sormalıydı.
Seyhan’ın “alo” deyişinden belliydi zaten bir şeyler olduğu. Bobo için kritik dört gün, demişlerdi; dördüncü gün de benim Bobo’m, uysal oğlum melek olmuştu. Oğullarımla birbirimize baktık; öylece… Sessiz… Biz bir tarafta, Ponçik bir tarafta.
***
Bakın a dostlar; bahsettiğim, böyle bir yazıda konu ettiğim varlıklar, aslında hemen her gün hepimizin sokakta görüp farkında bile olmadığımız hayvanlardan… Kimine göre alt tarafı kedi.
O alt tarafı kedi, dediğimiz varlıkta olanın, bizde de olduğu halde köreldiğini bir kez daha fark ettim o gün.
Hayat kavgasındaki onca kalp kırmalar geldi aklıma. Bitip tükenmek bilmeyen hırslarımıza kurban ettiğimiz dostluklarımız. Günlerce aramayı ve hatır sormayı ihmal ettiğimiz büyüklerimiz; ana babalarımız, kardeşlerimiz… Kaybolmaya yüz tutan vefa duygumuz. Birçok şey için heba ettiğimiz bağlılık duygularımız, özümüz; adet, gelenek ve göreneklerimiz.
İnsan olabilmek adına, kazanırken zorlandığımız ama kolayca kaybederek insanlığımızı da kaybettiğimiz ne varsa önümden geçti bir bir.
Kendimize acıdım.
Kardeşinin ardından hala boş gözlerle dünyaya bakan Ponçik bir yanda, ben bir yanda…
Onun sadece hayvan hissiyatıyla yaşayabildiklerinden feyiz alabilmenin yollarını düşünmek gerekiyor belki de; bilmiyorum.
***
Sonuç…
Seyhan’ı çok daha iyi anladım.
Bu dünyanın asıl sahibi olan hayvanlar için koşuşturmanın, onlar için mücadele edebilmenin önemini…
Ben köpekleri çok severim.
Balım gibi dostumuz oldu; bilirsiniz.
Kuşlara da bayılırım. Özgürlüklerini ellerinden almayı sevmem.
Aslında yok birbirlerinden farkları.
Yok birbirimizden farkımız.
Onlar da seviyor; onlar da birbirlerine bağlanıyor.
Sadece konuşamıyorlar; ağlıyorlar, fark ettiremiyorlar. Canları acıyor, anlatamıyorlar.
***
Bobo da giderken bize unutması zor bir acı yaşattı.
Seyhan Dikay da güzel bir hayat dersi verdi.
Seyhan arkasim böyle bir güzel kalbe sahip ben onun yüreğini biliyorum nasıl canla başla sokak hayvanlarına bakıp mamalar yuvalar yaptığını Allah onuda en güzel yerde mukafatlandirir inşallah
- s.
- 1