akcakesemedyatv@gmail.com
Algı Yönetimi
24 Haziran 2022 03:46:31
Sakıncalı Piyade
Zaman, bazı kelime ve terimlere daha kibar(!) karşılıklar bulmanın zorunlu hale geldiği bir dönem oldu.
Ne yalan söyleyeyim; merkezî otoritenin temsilcileri bu işte başlı başına birer ustalar.
***
O kelimelerden biri “kandırma”.
Pardon; bugünkü karşılığı ile manipülasyon.
İsterseniz “algı” diyelim biz.
***
Henry Kissinger’in bir sözü ile başlayalım:
“Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir.”
Bizim argo ifade ile “yersen” dediğimiz türden olsa gerek.
***
Manipülasyonun, yani algının gerçekleşebilmesi için dört bileşenin şart olduğunu söylüyor Mücahit Gültekin. Kandıran, kandırılan, kandırma konusu ve bağlam. Ancak bu dört bileşen arasında kuşkusuz en kritik olanı “kandırılan”.
***
Kandıranın kandırılmak isteneni kandırabilmesi için temel şart ise, kandırılmak istenene kesinlikle ve kesinlikle “niçin” sorusunu sorma fırsatı vermemektir. Kandırmanın en başından itibaren bir amacı vardır; dolayısıyla da sistem bu amaç etrafında yürütülür. Hem de gizlice… Yani amaçtan kesinlikle söz edilmez; çok mecbur kalınırsa sahte bir amaç üretilir.
Zaten karşısındaki insana; “Ben seni kandırmak istiyorum.”, deme lüksünü kimse kimseye vermez. Amacın gizlenebilmesi için gerçek olmayan ama gerçek gibi gösterilmek istenen bir amacın mutlaka var edilmesi gerekir.
Zamanın birinde bir erk sahibi; “Ben sizi yönetmeye devam etmek istiyorum.”, sözünü direkt söylemediği halkından; “Sizi yöneten ben olmazsam bu ülkede ekonomi düzlüğe çıkmaz. Yönetimi almak isteyen diğerleri bu ülkeyi batırır.”, cümlesiyle güven devşirmek isteyebilecektir.
İşte bu ve benzeri örnekler algıya, yani kandırmaya giden yolda amaç saklanırken “sebepleri” sürekli ön plana çıkarma kaygısının asla eksik olmayacağını kanıtlamaktadır.
Mutlaka bir ya da birden fazla sebep üretilmelidir. Sebepler ne kadar fazla olursa “kandırılan” sebeplerle uğraşmaktan asıl amacı bir türlü göremeyecektir. Sebeplerle uğraştıkça sürekli geçmişine geri dönecek ve asla ileriyi göremeyecektir.
***
Son yıllarda olgun yaştaki büyüklerimizden sıkça duyduğumuz bir şikayet vardır: “Bu kızlar, kadınlar artık ellerinde sigara… pöfür pöfür tüttürerek yürüyorlar yolda. Amerikalılara özentiden başka bir şey değil bu!”
Demek ki; elinde yanan bir sigara ile yürüyen kadınlar hem Türk olamazlar hem de Müslüman. Olsa olsa bunlar Amerikan ecnebisidir.
Oysa bahsettikleri o Amerika’da 1900’lü yılların başında kadınların halk arasında sigara içmesi hem ayıp hem de kanunen yasakmış.
***
Nerden nereye geldi, değil mi konu?
***
American Tobacco Company, o dönemler tütün mamullerinin satışından çok gelir elde etmeyi düşünse de bunda bir türlü başarılı olamamış. Nasıl olsunlar ki? Nüfusun yarısını oluşturan kadınların sigara kullanabilmeleri kısıtlı.
Ama akıllı adamlar. Firmanın sahibi George Washington Hill’in aklına bir kandırma planı gelmiş. Önce Psikolog Edward Bernays ile anlaşarak bu amaca ulaşmak için bir proje hazırlanması konusunda yardımını istemiş. Ardından… Etrafındaki feminist kadınları örgütleyerek New York’taki Paskalya yürüyüşü sırasında sigaralarını yakarak yürümelerini rica etmiş kendilerinden. Sonrası kolay. Hükûmet edenler bu duruma ses çıkarırlarsa; “Kadınlar Amerika’da erkeklerin baskısı altında özgürce yaşayamıyorlar.”, tantanası çıkarılacak. Projenin sahte amacı bu.
Gerçek amacın sigara satışlarını arttırmak ve daha fazla para kazanmak olduğunu yazmama gerek var mı?
Gerçi yazdım bile.
***
Özetle… Bernays kadınların sigara içmesini “özgürlük” olarak kurgulamış ve başarılı olmuş da. Medya da bu projeye destek verince ortaya çıkan özet “sigara içen kadın özgür kadındır”a kadar gidivermiş.
***
Peki Türkiye gerçeği nedir bu konuda?
O kadar basit ki…
Bizde durum; “Kendim için bir şey istiyorsam şerefsizim.”, cümlesinin dillendirilmesiyle şekil bulur. Yani algı yöneticisi, istediği şeyi kendisi için değil başkaları için isteyecek kadar tevazu(!) sahibidir.
Neler yaşadık biz geçmişte, değil mi?
“Irak’ta kimyasal silah var.”, diyen işgalci zihniyet, bu algıya bütün dünyayı inandırarak kimyasal silah olduğunu iddia ettiği ülkeye füzelerini yolladı aylarca.
Binlerce sivil öldü.
Olsun… Asıl amaç, bölgedeki petrol kuyuları değil miydi?
***
Bir algıda başarılı olmak için uyulması gereken diğer bir kural da güven ve saygınlık kazanmaktır. Mesela bazı ülkelerde insanlar, kendisini yönetenlerin şatafatlı saray yaşantılarını; “Bu saraylar bizim de onurumuz.”, diyerek yorumlar ve böyle yaşatırlar o saygıyı kalplerinde. Yani o saraylar, içinde oturanın değil, onun yönettiği halkın saygınlığını gösterir.
***
İşin bizi ilgilendiren kısmına gelince…
Genel kanı şudur: “Algının yönetilmesinde en etkili güç medyadır.”
Bu koskocaman bir yalandır aslında.
Hatta bu da bir algıdır.
Etrafınızda olup biteni kendilerince yorumlayarak anlatan ve düpedüz algı yapan insanların kimliklerine bir bakın.
Çoğu “uzman” sıfatını kullanırlar.
Ekonomi uzmanı, sosyal yaşam uzmanı, hukuk uzmanı, kamu araştırmaları uzmanı, aile uzmanı…
Medya sadece taşıyıcı unsur. Bu uzmanlar bizi kullanırlar; ama algıyı yaratan da besleyen de bu uzmanlardır.
Bir düşünün; neden televizyon programlarında görev yapan insanlar eskiden olduğu gibi “program yapımcısı” ya da “kanal çalışanı”, “gazeteci” olarak bilinmiyorlar da devamlı bir uzman kadrosu getiriliyor karşımıza?
Öyle bir sıradanlaştı ki bu konu; Nagehan Alçı, Mehmet Şahin ve Cem Küçük gibi meslek erbapları da birkaç yıldır neredeyse uzman kisvesi ile çıkıyorlar ekranlara.
Neden peki?
Oldum olası “uzman” kelimesi Türk insanına çekici gelmiştir. Bir zamanların “bu işin ustası” yakıştırması, yerini günümüzde “bu işin uzmanı” haline bırakmıştır.
El oğlu bademciğini göstermek için gittiği hastanede bile uzmana görünmezse, verilen ilacı tereddütle kullanır hale gelir.
Yapımız bu.
Çünkü o; uzmanın, normalde yapamayacağı bir iş için bile, kendisini ikna edeceğine inanır.
Gittiği doktor; “Sigara içmeye devam edersen ölürsün.”, dese de; “Ben bir de uzmanına bir görüneyim.”, der.
Doktor tomografisini istemiş; sonuç beyinde tümör olduğunu gösteriyor.
Yesinler o tomografi sonucunu; bir de uzmana görünmek lazım.
“Falanca hastanede filanca adında bir uzman varmış…”
***
Komik ama gerçek; uzmanlar sayesinde uzak gibi görünen yakın hale gelir.
İmkansız olan kolay oluverir.
***
Son bir örnek…
Bugün, böylesine gelişmiş bir çağın dünyasında en çok tüketilen ilaç türü nedir?
Depresanlar.
Psikiyatrik ilaçlar.
Psikolog ve psikiyatrlara bu yönden hayranım(!)
Bence içinde bulunduğumuz hayatın en başarılı algı yöneticileri onlar.
Önce hastalığı üretiyor, ardından bu hastalıkları pazarlıyor; en sonunda da insanları bu hastalıktan kurtaracak ilacı üretip pazarlanmasına katkı yapıyor.
Her biri başlı başına bir devlet yöneticisi gibi.
Bu açıdan bakıldığında da hastalığı bir savaş gibi görürler. Her ikisinde de temel ilke basittir. Çok iyi bir silah ürettiniz; ama kullanamıyorsunuz. Gerekli olan ne? Savaş. Bir savaş başlatırsanız silahlarınız peynir ekmek gibi kapışılacak. Elinizde muhteşem bir ilaç var. Satamıyorsunuz. Yapılması gereken ne? Hastalık üret; bak gerisi nasıl geliyor!
***
Ama…
Cehaletin kol gezdiği bizim gibi ülkelerde revaçta olan algı yönetimi nedir?
Çok bilmişlik; bilgelik…
Temelinde sözüm ona bilgi olduğuna inanılan…
Nasıl kullanırsınız bu yüce bilginizi?
Hadi hadi! Söyleyin!
Kocaman bir cahil ordusu yaratarak; değil mi?
***
Bu konuda yazıp söylenecek o kadar çok anekdot var ki…
İlerleyen günlerde bugüne dönüp bir şeyler karalamaya devam ederiz.